Basından,  Sıcak Sıcak

DERİN YIRTMAÇ / AHMET ÖZTÜRK / ŞEHİR DERGİSİ (OCAK 2005)

DERİN YIRTMAÇ
Ahmet Öztürk

İnsanı daha ilk sözcükte yakalayıp koynuna alıveren “mavi mektuplar” başlıklı bir yazı okumuştum, edebiyat dergilerinden birinde. Püfür püfür İzmir imbatıyla yüklü bu yazı, başlığına yakışacak bir sıcaklığı taşıyordu satırların arasında ve dönüp dolaşıp “maviye” bağlıyordu sözü. Bu yüzden imza kısmındaki “Mavisel” adının müstear olduğunu düşünmüştüm ilkin. Öyle ya; maviye böylesi tutkun bir yazar, bir çok çağrışım yüklü “Mavisel”i, takma isim olarak kullanabilir pekala. Gerçeği Birol Üzmez’den öğrenince şaşırmıştım, Mehmet Yılmaz’ın başka bir nedenle yazdığı dizeler dilimin ucuna gelmişti de, yanlış anımsama korkusundan söylememiştim: “şiir gibi adı olan adam / bu bir itiraftır / şair bu adı sana veren baban”

Bir dizi etkinlikte bulunmak üzere Zonguldak’a davet etmiştik sevgili Birol’u. Belediye Kültür Merkezi’nde “Zeytine Yolculuk” başlıklı fotoğraf sergisini açmış, Maden Mühendisleri Odası lokalinde de, “İki Siyah, İki Kara” başlıklı bir söyleşi yapmıştık. Yılar sonra ilk kez, aralarında çocukluk arkadaşlarının da bulunduğu bir toplulukla söyleşme olanağı bulmuş; bir maden işçisinin yaşamından kesitler sunan dialar eşliğinde, güzel bir madenci öyküsü okumuştu. Salonda bulunan maden mühendisi bir arkadaşın, gerçekle ilişkisi açısından itirazlarıyla karşılaşsa da, onun da reddedemeyeceği biçimde akıcı bir dille yazılmış, ustalıklı bir öyküydü bu. Etkinlikten sonra öykünün Mavisel Yener’e ait olduğunu öğrenmiştim. Öğrendiğim bir başka şey de, Birol ile sıkı bir dostluğu paylaştığıydı. Onun aracılığıyla, tanıştığım Yener ile, yazı tutkunu iki insan olarak, interaktif bir dostluğu paylaşıyoruz o günden beri. Mavisel Yener’in, Bilgi Yayınları arasında çıkan son kitabı “Derin Yırtmaç”ı, bu duygu yüküyle okudum. Kitap bittikten sonra bana kalanlar üzerinde düşündüm uzun uzun. Dönüp dolaşıp bir noktada odaklanıyordum; bu kitap “edebiyatın edepten geldiği” sözünü anımsatmıştı bana.

Kültürel yaşamın dikkatli izleyicilerinin gözünden kaçmamıştır, sanatın bir çok dalına alışık olmadığımız garip bir dil hakim olmaya başladı son zamanlarda. Küfrün mezbul miktarda yer aldığı bir avam dili, kültürel yaşamımızı kötücül bir ur gibi sarıyor ne yazık ki. İşin tuhafı, en ünlü yazarların en çok okunan kitapları da, en ünlü yönetmenlerin en çok izlenen filmleri de, bu lümpen dile teslim olmuş durumda. Boyumu aşacak laf etmek stemem ama; korkarım ki bu dil, sanatın tüm alanlarındaki yaygınlığı nedeniyle ileride, “iki binli yılların üslubu” olarak imlenecek sanat tarihçilerince.

“Derin Yırtmaç”ta tam tersini yapmış Mavisel Yener. Sait Faik’in küçük adamları gibi sıradan insanları, edebiyatın büyülü diliyle anlatmış okurlara, üstelik avam diline teslim olmadan. Sarsıcı, tutkulu aşklar yok öykülerde. Kambur piyangocu ile yemci Münevver Teyze’nin aşkı var örneğin; güvercinlerden başka kimseler tarafından bilinmeyen. Bir başka öyküdeki dondurmacı Kara Hamza; şafak sökmeden uyanır her sabah. Üç tekerlekli şeker beyazı arabasının selesine atlayıp, yoğurtçu Bekir’den güğümlerini abah sütüyle doldurur. Salebini ta Urla’nın dağlarından toplar, sonra döv babam döv, döv babam döv… Ülkesinde ortopedi hemşireliği yaparken, birden adı Nataşa’ya çıkan Ukraynalı Olga bir başka öykünün kahramanı.. En büyük düşü, bir gün ülkesine dönüp yeniden mesleğini yapmak .

Yalnızca dili değil, içeriğiyle de son zamanlarda yayınlananlardan farklı bir kitap “Derin Yırtmaç”. Hastalıklı bir ruh haliyle, marazi tutkuların peşinden, oradan oraya sürüklenen, marjinal insanların yaşamını değil, gündelik hayatın gailelileriyle boğuşan, ekmek parası peşindeki, “öteki Türkiye”nin insanlarını anlatmayı tercih edilmiş, tertemiz bir Türkçe ile. İmge yüklü sözcüklere yüklenen sınırsız çağrışım gücü, doyumsuz bir lezzet katmış kitaba.

Bencileyin bir başka hoşlukta, kitaba adını veren “Derin Yırtmaç” adlı öykünün, Safranbolu’yu mekan tutmuş olması. Öykünün hiçbir yerinde belirtmemiş ama; arnavutkaldırımlı yaşlı sokakları, biri ötekine gölge etmeyen beyaz badanalı, sık pencereli evleriyle Safranbolu öylesine nakışlanmış ki, öyküyü okurken eski konakların o doyamadığım ahşap kokusuyla doldu içim. Bir anda hayranı olduğum kadim şehrin sokaklarına urdum kendimi. Öykünün son tümcesiyle de dekor tamamlanmıştı zaten: “ağzı lokumla doluyken nasıl gülecekti ki?”

Mavisel Yener son öykü kitabında, “belleğinin derin yırtmacında” yolculuğa davet ediyor sizi. “Dostluklardan söz açıyor, bir anda gülen yürekler dolduruyor” dört bir yanı. “Bilmediğiniz iklimlerden koklamadığınız rüzgarlardan kopup gelen onlarca insanla” kucaklaşıp, “yeni sevdalara kanat veriyorsunuz hep beraber.” “Kırlangıç olup gün ışığına, hiç bilmediğiniz diyarlara doğru kanat vurmak” istiyorsanız, buyurun davetlisiniz bu yolculuğa.

(Derin Yırtmaç – Mavisel Yener – Öykü – Bilgi Yayınevi 2004)
Paylaş:

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.