Basından,  Sıcak Sıcak

YAZARIN 24 SAATİ / ASUMAN KAFAOĞLU BÜKE / CUMHURİYET KİTAP (24 MART 2005)

YAZARIN 24 SAATİ

Hazırlayan: Asuman Kafaoğlu Büke- Cumhuriyet Kitap (24.03.2005)
Yazan: Mavisel YENER

“Artık ne olursa olsun bugün çalışmalıyım.” Ev hava alsın diye açtığım pencereyi kapatırken derin bir soluk aldım. Bembeyaz bir gemi körfezde süzülüyor, aşk gemisi midir nedir… Canım dışarı çıkmak istedi. Uzun bir yürüyüş yapsam, İzmir’in sabırsız baharını merhabalasam, imbatı koklasam, ardından deniz kenarına oturup çayımı yudumlasam, gazetemi okusam… Sonra, “Taş ve Ten”in kalan son bölümünü bitirebilsem.

Bu düşünceleri kafamdan kovup çalışma masama oturdum. Bilgisayarım, kalemlerim, kağıtlarım, ataçlarım… “Bu masayı seviyorum.” diye geçirdim içimden. Pencereyi iyi ki kapattım, sokağın gürültüsü dolmaz içeri, sessizlikte rahat çalışırım.

Bilgisayarı açtım, daha önce yazdığım notları çıkardım çekmecemden. Her şey hazır. İlk cümle çok önemli öyküde…

Kapının ziliyle irkildim.

“Merhaba, ben üst kat komşunuzun kardeşiyim. Ablam size bir davetiye gönderdi. Dayımızın oğlu evleniyor da…”

Hayırlısı olsun, dedim. Teşekkür edip yolladım. Davetiyeyi masama koydum, yeniden oturdum. Kafamdaki öyküyü kâğıda (ekrana) dökebilirdim artık. Düşünmeden paldır küldür yazılmıyor ki.

Tam bu sırada telefon çaldı. Arkadaşımın sekreteri Nil, Sokak Çocukları Derneği’nin adresini isteyecekmiş. Çekmeceyi karıştırıp adres defterimi buldum, Nil’e adresi yazdırdım.

Öyküme başlayabilirdim artık. “Tram ta ta ta…”. Evin içine bando girmiş, marş çalıyor… Meğer, takımının marşını telefona yüklemiş benim küçük kız.

Arayan, İstanbul’dan arkadaşım Filiz. Orada yağmur varmış da İzmir’i merak etmiş. Burada havanın güzel olduğunu duyunca kızdı bana:

“Aaa, hava güzelse ne işin var evde? Çık dolaş, hava al. Öykü nasıl olsa yazılır, sen hayatı yakala!”

“Peki yakalarım canım sağ ol, kapı çalıyor kusura bakma kapatmalıyım.”

Gelen Hayat hanım… Yoğurt kuracakmış, benden maya için biraz yoğurt istiyor. Getirdiği kâseye yoğurt koydum, iki çift laf konuştuk, gitti.

Ayağa kalkmışken bir bardak su içmeli. Suyun yarısını içmişken telefonun zırıltısıyla çalışma odama koştum.

“Alo!”

“İyi günler efendim. Biz İzmir televizyonundan arıyoruz. Sizi edebiyat programımıza konuk almak istiyoruz…”

“Elbette ben de isterim programınıza katılmayı. Hangi gün? Bir dakika izin verir misiniz takvimimi alayım…”

Artık yazabilirim öykümü. Öykünün giriş cümlelerini belirledim kafamda. Saat kaç oldu ki?

Aaa, küçük kızımın okuldan gelmesine yarım saat kalmış. Eyvah! Gelince yemeği hazır bulmalı!

Çorba, pilav tamam, salatayı yaparken zil çaldı. O ellerini yıkayıp formasını çıkarana kadar salata da yapıldı. Birlikte yemeğe oturduk. Hem karnımızı doyurduk hem de sohbet ettik. Ortalığı topladım, bulaşıkları hallettim. Çamaşır makinesine kirlileri atıp, çalıştırdım. Kızım dersine oturduğuna göre ben de çalışabilirim.

Öykünün girişi aklımda, hemen başlayacağım yazmaya…

“Anneeee, bi bak!”

“Efendim?”

“Matematik öğretmenimin verdiği ödevi eksik yazmışım Elif’e telefon edebilir miyim?”

“Evet!”

Ortalık sessiz, o dersine döndü, ben de rahatça çalışacağım artık. Öğlen yemeği sonrası kahve içmezsem aklım başıma gelmiyor. Köpüklü kahvemi pişirdim, masama geldim. Benden keyiflisi yok artık. Bu güzel öyküyü yazacağım. Bugün sıkı çalışsam iyi olacak. Bir saat “Taş ve Ten”i mi okusaydım ki? Yok, gece okurum, şimdi çalışmalı.

Ne yazacaktım… tamam anımsadım…

“Anneeee! Bana denizlerin isimlerini ezberletir misin?”

“Kendin ezberle!”

“Ben ezberledim ama bazılarını hep unutuyorum, seninle olursa…”

Ezberini yaptırdım, çamaşırları astım, kızıma sütlü kahve yaptım, yanında da kek verdim. O arada zil çaldı, büyük kızım fırtına gibi girdi içeri:

“Anne aşık oldum, dinle bak!”

Onunla aşk üzerine sohbet ederken bir yandan da boş durmayıp, akşam yemeğini hazırladım.

Evet, her işim tamam. Masamın başına geçtim. Hava iyice kararmış, masa lambasını yakıyorum. Öykümü çalışabilirim artık.

“Anneee, şuna bak ya, kalemimi aldı!”

“Anne, kızına bir şey söyle, o kalem onun değil benimdi.”

“Aa, kocaman kızlar kalem kavgası yapmayın ama!”

“Ya anne, en sevdiğim kalem ama o benim!”

Neyse ki zil çalıyor, babaları gelince tartışmayı unutuyorlar. Ben hemen yemekleri ısıtıyorum; akşam yemeği, akşam kahvesi, kopan düğmenin dikilmesi, küçük kızımın masal okuma saati, büyük olanın aşık olma macerasının bir kez daha dinlenmesi… İkisi de yatma hazırlığında artık.

“Ben biraz çalışayım.” dedim eşime.

“Ah, hayatım çok yorgun görünüyorsun, bütün gün yazı yazmışsındır zaten. Biraz da dinlen! Gel sohbet edelim!” dedi.

Uyku gözümden akıyordu ama kararlıydım çalışmaya. Evdekiler uyuduktan sonra yazacaktım öykümü. İki çocuklu yazar bir annenin yapacağı en iyi şey gecenin kanatlarına sığınarak çalışmaktı. Hepsi derin uykuya daldı, artık kimse beni durduramazdı! Saat epey ilerlemişti, biraz da üşümeye başlamıştım. Kahvemi aldım, masama oturdum, öykü ülkesine gidebilirdim artık. Yazacağım cümleyi kafamda toparlamak üzereydim ki birden ortalık zifiri karanlık oldu. Elektrikler kesilmişti. Ayaklarımın ucuna basarak yerimden kalktım, sessizce yatak odama süzülüp yattım.

Böyle geçti 24 saat, yenisi nasıl başlar bilinmez…

Paylaş:

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.