Basından,  Sıcak Sıcak

DOLUNAY DEDEKTİFLERİ / DEHŞET MEKTUPLAR / AYŞE YAMAÇ / CUMHURİYET KİTAP (ŞUBAT 2008)

Dolunay Dedektifleri 2- Dehşet Mektuplar

Mavisel Yener, Bilgi yayınevi, 2007, 165 sayfa, Kapak ve resimler: Murat Sayın

Serüvenden serüvene atılmayı kim istemez? “Ben.ben de.”diyen bir iki cılız sesi saymazsak, bunu istemeyen yoktur sanırım. O cılız sesler de içlerindeki çocuğu unutmuş olanlardır bence. İnanıyorum ki, onların eline de Dolunay Dedektifleri’ni veriversek, haşarı birer çocuğa dönüşecek; kimisi “İz Peşinde” koşmaya başlayacak, kimisi “Dehşet Mektuplar” ın.

Dolunay Dedektifleri’nin ilk kitabı İz Peşinde’yi okuduğumda Kaş’ın doğal ve tarihi zenginliklerini tanımış, gitmeden Kaş’a hayran olmuştum. Kitabın son bölümüne dek merakım diri kalmış, kaçakçıların kim olduklarını ve ne kaçırdıklarını anlayamamıştım. Kitabı bitirdiğimde Birce, Ece, Oğuz, Bilgecan ve Ada’nın yeni serüvenlerini merakla beklemeye başlamıştım. Merakım, geçtiğimiz günlerde giderildi ve Dolunay Dedektifleri’nin ikinci kitabı Dehşet Mektuplar elime geçti. Kitap elime gerer geçmez, takıldım beş kafadarın peşine. Bir de ne göreyim; konuk olmamış mıyım bilim şenliğine! Çocuklar birer mucit. Neler araştırmışlar, bilseniz: kimisi cep telefonlarına güneş enerjisiyle kontör yüklemeye çalışıyor, kimisi uçakları kara kutunun madeninden üretmeyi planlıyordu. Tartışmalarını izlemek de keyifliydi; özellikle de “Bilim adamı mı, bilim kadını mı; yoksa bilim insanı mı?” tartışmasına bayıldım. Bir tek Sıla Öğretmeni sevmedim. Neden sevmediğimi söylemeyeceğim; onu da okuyunca siz anlayacaksınız zaten. Ülkemizde Sıla Öğretmen gibileri çok mudur dersiniz?

Kafadarlarla birlikte Allianoi’yi gezdim. Onlarla birlikte dinledim, Allioni’nin bin bir öyküsünü, bin bir ezgisini. İlya çayında serinleyip su çocuklarından biri oldum ben de; gölgemi düşürdüm her yere. Gago’nun gözleri, Jutta’nın sevgisiyle dolaştım tümülüslerde. Barcelona’da sergileri, müzeleri gezdim. Picasso’nun evinde dolaşırken bir aynanın gerisine bile geçtiğimi, Pablo ve Mustafa’yla konuştuğumu söylesem, ne dersiniz? Onlar da kim mi? Yooo, onu söylemem.

Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Öğrendiklerimizi DNA şifresiyle gelecek kuşaklara aktarabilsek neler olurdu? Bu da nereden çıktı, demeyin. Siz, en iyisi, “Dehşet Mektuplar” ı okuyun.

Ayşe Çekiç Yamaç- Şubat 2008- Cumhuriyet Kitap Eki
Paylaş:

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.