Basından,  Sıcak Sıcak

DEĞİŞEN DÖNÜŞEN YAZINIMIZ / M. SADIK ASLANKARA / CUMHURİYET KİTAP (03 KASIM 2011)

KİTAPLAR ADASI

DEĞİŞEN DÖNÜŞEN ÇOCUK GENÇLİK YAZINIMIZ…

M.Sadık Aslankara
Çocuk gençlik yazımızdaki büyük gelişimi çocukluğumdaki yazınsal verimlerden kalkarak da gözleyip izleyebiliyorum. O zamanlar kitapların genelde okuryazar kamuoyunda kabul veya onay görmesi, yazarların ya da ürünlerinin “klasik” olarak nitelenmesi yetiyordu belki bunların yayılışında. Çocuk dergileriyle çocuğa gence yönelik yayınların tarihi yüzyıl öncelerine gitse de alandaki ölçü, bu temel ilkeyle uyumlu 1980’lere dek geldi yanılmıyorsam…

Bu tarihten sonra yazınsal olan, yaslandığı bu temel ilkeden koparılarak tecimsel ilkelerle örtüştürüldü süreç içinde. Nitekim 1980’lerde vurgu görece yazınsal nitelikler üzerindeyken son otuz yıldır, bu niteliğin yerine kapitalist yapılanmayla ilişkilenişin, bakışın egemenliği tartışılmaz hale geldi. Küresel kapitalizmin tüm dünyadaki üzüm üzüme bakarak kararır anlayışından kaynaklanan kanser yayılışına uyarlık gösterildi, yer yer buna ayak direnilse bile…

Yayınevleri arasında belki günümüzdekine benzer yarış, piyasa ilişkilerine uydurulmuş kavrayışa dayalı rekabet yoktu yarım yüzyıl önce, en azından ülkemizde… Yine de “galiba” diyerek temkinli dil kullanayım istiyorum. Çünkü bu öne sürüşleri bugünden kalkarak getiriyorum bir bakıma. İnsanın, bir gerçekliği yaşarkenki yaklaşımı ile bu zamanı aştıktan, olayların dışına çıktıktan sonra yaşadıklarına bakışında farklar çıkıyor ortaya…

Bugün sanayiye dönüşmüş görüntüsüyle ahtapot kolları halinde dev yayılış sergileyen bir çocuk gençlik yazınına karşı yine de ağırlık koymak için çaba harcayan insanların alanda oluşturmaya giriştikleri bilinç bloğu ile örgütlenme savaşımının tanıklığını yapıyoruz neredeyse. Bu savaşım, çocuk gençlik yazını yazarları ile bilimcilerin ortak erkesi altında artık iyiden iyiye kendini duyuruyor. Bunun bir yansımasını yıllardır Cumhuriyet Kitap’ta çocuk gençlik yazını köşesinde yazan arkadaşlarımızın yoğun emekli çabalarında izliyoruz…

Kuşkusuz eskiye oranla alana yönelik pek çok veriye sahibiz, neredeyse gün gün değerlendirilip yerine oturtulan farklı çıktılar var artık elimizin altında. Belli aralıklarla gerçekleştirilen toplantılarla tartışmaların, sunulan bildirilerin yer aldığı yayınlarda, bunların süreğen taşıyıcısı konumundaki öteki elaltılarda bütün bunlar enine boyuna değerlendiriliyor. Kaldı ki alanda bu yönde bir erkenin yükselişiyle çocuk gençlik yazını ürünlerindeki niteliksel gelişim arasında doğrudan ilişki kurabilmek de olanaklı.

İşin bu yanını bir tarafa bırakarak gelin biz Cumhuriyet Kitap’ın çocuk gençlik bölümünü yürüten adların yani Mavisel Yener, Nilay Yılmaz, Aytül Akal, Çiğdem Gündeş, Mustafa Delioğlu grubunun kendi verimlerine bakarak çocuk gençlik yazınındaki değişimler, dönüşümlere göz atmaya çalışalım…

Öne Çıkan Gövdesel Bütünlük

Bu gruptan Mavisel Yener ile Aytül Akal daha önce ürünlerini okuduğum, bir biçimde yapıtlarına değindiğim ya da andığım adlardan…

Bu yazarların, yazınsal eylemin kendisini bir gövde bütünlüğü halinde algılayıp sürdürdükleri açık biçimde görülebiliyor. Gerek Mavisel Yener’in gerekse Aytül Akal’ın okuduğum öyküleri, kendilerinin bu bağlamda nece yol aldıkları kadar yazarlık uğraşlarındaki serüvenle ulaştıkları yazınsal gövdedeki bütünsellikte ortaya çıkan belirtkeleri de ele veriyor diyebilirim bir biçimde.

Çocuk gençlik yazınındaki gövdesel bütünlük, yine 1980 sonrasında ulaşılan olumlu, önemli bir kazanım. Daha önceleri şiir olsun, masal, öykü, roman, oyun olsun çocuğa yönelik verimlerde, yazarlar bunun tam anlamıyla ayırdında olmasa da nahif tutum sergiliyordu, daha çok çocukların evcilik oyununa benzer bir tutumla, benzetme yerindeyse. Oysa günümüzde bu ayrımın enikonu kalktığı gözleniyor. Artık yazarlar, yazınsal alanda verimlenen ürünlerin, bütünün parçası olduğunu geç de olsa görece kavramış görünüyor.

Biz, Akal-Yener işbirliğine dönersek, Delioğlu’nun da çizgileriyle bezediği Uçanbalık yayını (2004) Kuş Uçtu Şiir Kaldı ile Şiirimi Kedi Kaptı, sonra izleksel odaklı Mavi Ay (Yener-Akal), Kar Sesi (Yener-Akal),Denizin Büyüsü (Akal-Yener) adlı kitaplarla bir aşamaya ulaştığı görülüyor bu yazınsal omuzdaşlığın. Bu tutum Ay Kaç Yaşında (2006), Kaç Güneş Var (2008) kitaplarıyla sürüyor. Bunlarda çocuklar hem şiirin imge ormanına çağrılıyor hem de söz büyüsünün sarmalıyla kuşatılıyor. Ötesinde ikilinin, çizer Mustafa Delioğlu’yu kışkırttıkları bile gözleniyor. Örneğin şöyle diyor Delioğlu: “Sözcükler yağdırdılar/ Masama/ Ayışığı düştü/ Boya kutuma/ Dağlardan kuşlara/ Denizlere/ Ağaçlara…”

Yalnız bu girişimleri bile iki yazarın yazınsal erkesi üzerinde durmanın zorunluluğunu koyuyor ortaya… Kaldı ki onların alandaki erkesi bunları da aşmış görünüyor. Bu nedenle “Kitaplar Adası”na ilkin Aytül Akal’la Mavisel Yener’i konuk almaya, ilerideki bir haftayı da Seza Kutlar Aksoy’la birlikte öteki yazar çizer grubuna ayırmak istiyorum…

Akal-Yener İşbirliğinde Deneyci Yol Açıcılık…

Aytül Akal ile Mavisel Yener hafife alınamayacak, geçiştirilemeyecek, iteklenip ötelenemeyecek bir yazınsal yolculuk sürdürüyorlar kâh kol kola, kâh el ele, birlikte ya da ayrı ayrı… Bu işbirliği, elbette yalnız kendilerini yüceltmiyor, yanısıra bir örnekçeye de dönüşüyor giderek. Nitekim Akal’ın da Yener’in de başka başka yazarlar, çizer ressamlarla kurdukları işbirlikleri kadar başkalarının da bu yöndeki girişimlerinde bir artış gözleniyor. Bu yaklaşım yazarların farklı deneyimlere açılmasını sağlıyor bir bakıma.

Aytül Akal-Mavisel Yener işbirliğiyle ortaya çıkan bu deneyimci ruh anlayışı, yol açıcılık üzerinde ne denli durulsa yeridir herhalde…

Sözgelimi yazarların, dizi biçiminde sürdürdüğü kitaplar üzerinden konuyu tartışabiliriz burada. Aytül Akal’ın “Süper Gazeteciler”, “Doğum Günü”, “Matrak Canavar Öyküleri”, “Sihirli Oda, Okul…”, “Kızım, Oğlum Ben Çocukken…”, Mavisel Yener’in “Dolunay Dedektifleri” gibi üst başlıklar altında verimlediği romanlar, öyküler, masallar bu işte nereden nereye geldiklerini ele verirken aynı zamanda alanlarını ne denli ciddiye aldıklarını da açığa çıkarıyor.

Mavisel Yener, diziye yönelik kavrayışındaki değişikliği şu satırlarla anlatmıştı bana bir mektubunda (12.10.2010):

“Dolunay Dedektifleri bir dizi olarak başlamadı ama çocuklar bu karakterlerin başka serüvenlerini okumayı istediklerini ısrarla yazdılar/söylediler. Böyle olunca ‘neden olmasın’ diyerek ikincisini de yazdım. Bu böyle beş kitap oldu. Başlangıçta seri kitap fikrine soğuk bakıyordum, fakat gördüm ki çocuk okurlar seri kitaplardan hoşlanıyor. Her roman farklı bir serüveni anlatıyor, yalnızca karakterler aynı. Çocukları iyi edebiyatla buluşturmanın, kitapları sevdirmenin yolu nereden geçiyorsa o kapıyı açık tutmakta yarar var. ‘Seriye karşıyım’ diye tutturmanın anlamsızlığını çocuklar öğretti bana! Onlardan ne çok şey öğreniyoruz…”

Ne yalan söyleyeyim ben de karşıyım bu anlayışa; nehir roman benzeri süreğenlik yansıtan bölümlemeyle kurulan anlatılar dışında kitaplı dizi oluşturma düşüncesine. Yapıtların içselleştirilemeden verimlenebileceği, sonuçta özgünleşemeden bir kopyalamaya kayılabileceği gibisinden kuşkular taşıyorum çünkü…

Ancak farklı yazarların örneğin Zeliha Akçagüner, Mucize Özünal, Sevgi Özel, Mavisel Yener, Hikmet Altınkaynak, Timuçin Özyürekli, Aydoğan Yavaşlı, İbrahim Dizman vb. imzaların diyelim ulusal kurtuluş savaşımıza, cumhuriyete, devrimlere özgü verimlediği kitapların, izleksel bütünlük sergilemekle birlikte böylesi tehlikelerden uzak bir kitap dizisi ortaya koyacağı öngörülebilir.

Aynı şekilde bunu hayvan öyküleri, masalları, Anadolu uygarlıklarını işleyen öyküler, romanlar, bilimkurgu temelinde verimlenen ürünler vb. başlıklar altındaki diziler için de düşünmek olası. (Geniş aralıklarla bunlara da yer açacağım “Kitaplar Adası”nda.) Ama diyelim herhangi hayvandan, uygarlıktan, bilimkurgu gerecinden, karakterden kalkarak dizi oluşturmaya yöneldiğinde yazar, görece açığa çıkacak yayılmadan kendini ne ölçüde kurtarabilecektir?

Bu dile getirişlerime karşın yine de Akal-Yener ikilisinin kitap dizilerine göz attığımda, pek de düş kırıklığı yaşamadığımı, çünkü bunların, şiirlerin dayandığı dizi mantığıyla üretildiğini, sonuçta ortaya yabana atılamayacak bir somutlayışın çıktığını söyleyebilirim.

O halde Yener’in öne sürdüğü gibi, bu konuda yeni yaklaşımlar da denenebilir elbette. Ne söyetiyordu Mustafa Kemal’in Kayıp Seslerinin İzinde (Bilgi, ikinci basım, 2009) adlı romanında kişilerine yazar: “…Bilimde doğrular değişir hep. Eğer bilinen doğrulara takılıp kalsaydık bugünlere gelemezdik.” “Bilginin sınırları hep genişlediği için, doğrular sürekli sorgulanır…” vb. (20, 25)

Aytül Akal, Mavisel Yener’in Yazınsal Çözülümü…

Aytül Akal’ın kitaplarının sayısı yüzü geçmiş durumda. Türkçenin dışında başka dillerde de geziniyor bu metinler dünyanın çeşitli yerlerinde köşe bucak… Mavisel Yener’in kitaplarının sayısının da elliyi aştığını sanıyorum…

Yazarlarımıza ait kitapların tümünü okuduğumu söyleyemem elbette, ancak yeterli bir okuma, her iki yazarın da akıl fikir vermekten uzak, öğütlemeye sırt dönmüş, baştan sona ışıltılı bir yazı evreni kurarak yapıtlarını bu temel üzerinde kurup kotardıkları anlaşılıyor.

Her iki yazar da çocuk köpürtüleri, cinlikleri ile içlidışlı, bu fışkırmalardan enikonu esinlenen, ancak yazınsal olanın sınırları içinde kendi yazarlık hünerleriyle bunları soyutlayıp dönüştürerek kaleme alıyor yazdıklarını.

Aytül Akal, soyutlayımı, sıçramalı kurgulaması kadar yerinde duramayan anlatımıyla da göz dolduruyor kitaplarında. Bu çerçevede anlatısını, iletişim diline yaslamakla birlikte sese, bunlardaki iç-dış tınıya yaslandırarak kurduğu görülebiliyor yazarın.

Böylelikle yazar masalın, öykünün tadını farklı ezgilerle kurup oluşturuyor bir bakıma. Zaman zaman hınzırca bıyık altı bir gülüş de eşlik ediyor onun bu cıvıltılı anlatımına. Bu haliyle bir de tartım yükleyince anlatının sırtına, Aytül Akal metinleri, her ne olursa olsun belirlenen yaş eşiklerine birebir uyan uçarı anlatılar olarak çıkıyor karşımıza.

Mavisel Yener, kısa tümcelerle örüntülediği, kestirimci izlenimi bıraktığı kitaplarındaki anlatımla okuru, bir anda kıskıvrak yakalayıveren, bu arada seçtiği sözcüklerle, dile yansıyan özenli tutumuyla dikkati çeken bir yazar. Karakterlerini, yazar uzaklığıyla aktarmak yerine bakışını sürekli onlardan yana tutarak, içselleştiren bir temele yaslanarak anlatıyor hep.

Yener, “Dolunay Dedektifleri” dizisinde olduğu kadar öteki kitaplarında da serüven duygusunu, polisiye örgüsüyle öğelerini romana yerleştirmeyi savsaklamıyor. Verimlerini soğudukça ısıtılıp önümüze sürülen kalmış yemek sevimsizliğinden kurtarıp ocakta sıcacık tutulmuş çorba gibi sunup tadına bakılmadan iştah kabartan yanlar salmayı biliyor.

Akal da Yener gibi polisiye örgüsüne dayanıyor dayanmasına da Yener’den farklı olarak Akal dıştan bakıldığında da görülebilen heyecanlı, koştur ayak bir yaklaşımı yeğliyor.

İşte Cumhuriyet Kitap’ın çocuk gençlik yazını kahramanlarından ikisi, işte iki çocuk gençlik yazarı…

Elleri kolları kadar düşleri, düşünceleri de bağlanmış çocuklara, gençlere bir hayal sunabilmek için didinen iki yazar… Çocuklar gençler bu hayalleri uçurtmalarının kuyruğuna bağlayıp düşlerinin sırtına binebilsinler diye…

(1133.SAYI, 03.11.11 YAZISIDIR.)

Paylaş:

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.