EDEBİYAT HABER SÖYLEŞİSİ / ADNAN SARACOĞLU (1 MAYIS 2023)
Söyleşi: Adnan Saracoğlu
Klişelerden kaçınarak Mavisel Yener söyleşisi için girizgâh yapmak pek kolay olmasa gerek. Ben onu, bakış açısını genişletmeye, duyarlığını geliştirmeye, kocaman aklıyla, binbir gözüyle, bir şeyleri kaçırmamaya çalışan çocuk edebiyatı havarisi olarak görüyorum. Bunca türü denemesi, türün içinde yeni anlatım olanaklarına cesaretle atılması, çocuklara ulaşmanın yolunu bir şekilde bulması önemli kalfalık! Kalfalık diyorum, çünkü çoğu usta gibi o da “ben oldum demiyor”, “olmaya devam ediyorum”u kendisine daha çok yakıştırıyor. “Mavi Zamanlar” gibi erken dönem başarısının yanına şimdi de “Gizli Geçitleri Bulmanın Yollarını” iliştirince, akraba evrenlerden söze başlayıp, tarih, mimari, şehir, insan, kimlik, toplum, bilgi, gazete vs. üzerine çaldık söyledik. Yazıyı içeriden kuşatan, demleyip üreten yazara, yazma biçimleri tadıcısı olarak eşlik edebildimse ne mutlu bana. Haydin düşelim gizli geçitlerin yollarına…
Merhaba Mavisel Yener, hazır siz gizli geçitleri bulmanın yollarını ararken biz de sizden akıl alalım, gömü, define vs. nasıl bulabiliriz, hangi malzemeleri kullanabiliriz, hangi harflere, sembollere özellikle dikkat etmeliyiz?
Bugüne değin yazdığım kitapların hepsini okuyanlar bu sorunun yanıtını biliyor. Gerçek gömü ve definenin nerede olduğunu, nasıl bulabileceğinizi minik okurlarım anlatsınlar size.
Şaka bir yana abla kitap Mavi Zamanlar ile kardeş kitap Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları arasında koca yirmi yıl var, neredeyse çeyrek asır. Küçük kardeş aklınızda hep var mıydı, küçük kardeşin ablanın gölgesinde yola çıkmasının, okurla buluşacak olmasının olumlu ve olumsuz yanları sizce neler?
Mavi Zamanlar’ın kahramanları, derviş misali, kendi içlerinde yolculuk yaptılar yirmi yıl. Sonra yeniden sırlarını açtılar bana. Mavi Zamanlar’ın edebiyat ödülü almasının, yirmi beş yılda altmış baskıya varmasının, hâlâ sevilerek okunmasının, önceden edinilmiş bir kitlesinin varlığının, devam kitabına olumlu yansımaları olacaktır. Mavi Zamanlar’ın devamını bekleyen okurların Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları’nın da takipçisi olacaklarını biliyorum. Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları, kendine özgü tarzıyla, sesiyle başkasının gölgesinde kalabilecek bir roman değil. İki kitap birbirine bağlı olsa da ayrı ayrı okunabilecek biçimde kurguladım. Yayın Yönetmenimiz İlke Aykanat Çam’ın kitaba Mavi Zamanlar-2 ibaresini koymamasının nedeni de bu. Mavi Zamanlar’ı okumamış biri devam kitabını zevkle okuyup algılayabilir. İster birbirinden bağımsız iki roman ister devam romanı olarak okuyun, seçim sizin.
Mavi Zamanlar, iyi-kötü mücadelesini daha doğrudan, heyecan uyandıracak maceralı bir kurgu içinde verirken, Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları kitabında daha içsel bir sesin, olgunun, doğruya inanmış adanmışların öyküsünü tarih perspektifi içinde fantazya ve bilimkurgu sürgünleriyle birlikte aktarıyorsunuz. Kalfalıktan, ustalığa diye okuyorum ben bu iki romanın vaziyetini, siz nasıl değerlendirirsiniz?
Bu değerlendirmeyi benim yapmam pek doğru olmaz, dış gözün yapabileceği bir değerlendirme. Çünkü bugün de yazsam Mavi Zamanlar’ı böyle yazardım. Yıllar geçtikçe bir yazarın eserlerinden tematik ve kavramsal ilerleme beklenmesi bana genel olarak çok da doğru gelmiyor; bazı yazarlar ilk eserlerinde ustalık seviyesine ulaşırlar. Eğer, ille de “kalfalık”, “ustalık” sözcüklerini cümle içinde kullanmam isteniyorsa, ben hep kalfayım ve öyle kalacağım, diyebilirim.
İzmir zırcahili olarak okuru İzmir’de dolaştırma tercihinizi çok sevdim, hatta daha fazla daha fazla diye iştahlandım okurken. Çocuk edebiyatımızda şehir temsillerini yeterli buluyor musunuz, Tanpınar’ın Beş Şehir’ine gelene kadar çocuklar şehri, kadim dokuyu, gelenekten moderne şehir izleklerini nasıl anlayabilirler, çocuk edebiyatımız bu anlamaya nasıl hizmet edebilir?
Çocuk edebiyatı, çocukların hayal güçlerini ve düşünme becerilerini geliştirmeye yardımcı olur. Şehirler çocuklar için keşfedilecek, öğrenilecek ve hayal edilecek birçok şey barındıran yerlerdir. Ben bu kitapta çocukların İzmir’i farklı bir bakış açısıyla keşfetmeleri için ellerinden tuttum. Okurun kendi şehrini de bu açıdan merak etmesi için açık kapılar bıraktım. Edebiyat, çocukların, şehirleri sadece yüzeyde görmelerini değil, aynı zamanda şehirlerin gelenekleri, yaşam tarzları ve kadim dokusu gibi diğer yönlerini de keşfetmelerine yardımcı olur. Bu sayede çocuklar, şehirleri daha kapsamlı bir şekilde anlayıp onlara sahip çıkabilirler. Eminim ki bu kitabı okuduktan sonra Saat Kulesi’ne başka gözle bakacak okurlar.
İnanma, bilme, sezme gibi olguları birbirinden kopararak, ilişkilerini yok sayarak geçiştirme yolunu seçiyor çoğu insan. Varlıkla, kendiniz ve ötekiyle anlam örgüsünü dokurken hangisinden ne kadar faydalanıyorsunuz?
Varlıkla, kendimle ve diğerleriyle anlam örgüsü dokurken, inanma, bilme ve sezme gibi olguları birbirinden ayrı değil, birbirleriyle ilişkili olarak kullanıyorum. İnanmak, bilgi sahibi olmak, sezgiye dayalı bir anlayışa sahip olmak, farklı durumlarda ve farklı konularda faydalı olabilir ve benim için her biri önemli bir rol oynar. Bir kişi, kendisiyle ya da diğer insanlarla olan ilişkileri üzerinden dünya hakkında farkındalık geliştirir. Bu ilişkiler, kişinin benlik algısını ve diğer insanlarla olan etkileşimlerinin şeklini etkiler. Kitaptaki kahramanların inanma, bilme, sezme dinamiklerine baktığımızda, bilgi sahibi olmayı ve dünya hakkında anlayış geliştirmeyi önemsediklerini görüyoruz. Dengeyi kurabilmek, başkalarıyla olan etkileşimlerini derinleştirmek ve başkalarının dünyalarını anlamak için onlar “bilme” olgusunu önceliyorlar. Ama ben kurguyu yaparken inanma, sezme, bilme olgularının hepsinden yararlanıyorum.
Saat kulesinin, saatin nöbetini tutan Mehmet Fikri Bey gibi kişilerin görünmezleştiği toplumda akıp giden zamanın biriktirdiklerini nereden ve nasıl öğreneceğiz? Toplumsal bellek kavramı hızın ve tüketimin abartıldığı bir çağda geçerliliğini koruyabilecek mi?
Kitabın tartıştığı konulardan biri de bu aslında. Elbette, geçmişin izlerini takip etmek için farklı kaynaklardan yararlanabiliriz. Kitaplar, müzeler ve anıtlar, aile ve toplumsal bellek ve dijital medya, geçmişin izlerini takip etmek için elverişli kaynaklar arasında. Kişilerin görünmezleştiği toplumda akıp giden zamanın biriktirdiklerini öğrenmek için toplumsal bellek kavramından faydalanabiliriz. Toplumsal bellek, bir toplumun tarihini, kültürünü, geleneklerini ve değerlerini içeren bir hafıza depolama alanıdır. Bu bellek, bir toplumun geçmişte yaşadıklarını hatırlamasına, gelecekteki kararlarını belirlemesine ve kimliğini korumasına yardımcı olur. Toplumsal bellek, geçmişteki olayları ve deneyimleri, kitaplar, resimler, belgeler, müzeler, anıtlar, anı defterleri, aile albümleri, ağızdan anlatılar ve diğer kültürel materyaller yoluyla korunur. Bu materyaller, toplumsal belleğin bir parçası olarak gelecek nesiller tarafından kullanılabilir ve geçmişin yaşayan birer parçası olarak kabul edilir.
Ancak, toplumsal bellek kavramının hızın ve tüketimin abartıldığı bir çağda geçerliliğini korumak için zorlu bir mücadele verdiği ortada. Umarım Mavi Zamanlar ve Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları, gençlerin toplumsal belleğe olan ilgilerini artırır, gereken zaman ve çabayı harcamaları için onlara farkındalık sağlar.
Depremle sarsıldığımız günlerin üzerine çıkageldi romanınız ve 1974 İzmir depremini, olaylar zincirinin ilk halkası olarak okura zimmetliyor. Şehrin imarı, inşası, içinde yaşayanların uyanması ve olgunlaşması adına depreme nasıl bir anlam yüklüyorsunuz? Korkunç bir yıkım değil de, yer katmanlarının heybetli şenliği olarak algılanması için daha ne kadar yolumuz var?
Kitabı yayınevime teslim ettiğimde henüz son deprem felaketi yaşanmamıştı ülkemizde. Tabii ki depremler şehirlerin imarı, inşası, içinde yaşayanların uyanması ve olgunlaşması açısından önemli bir anlam taşır. Doğru adımlar atılarak depremlerin olumsuz etkileri minimize edilebilir ve şehirler daha güvenli ve dayanıklı hale getirilebilir. Depremler, şehirlerin yapılaşmasında ve yerleşim yerlerinin seçiminde göz önünde bulundurulması gereken önemli bir faktördür. “Daha ne kadar yolumuz var?” sorusunun cevabını hep beraber göreceğiz, insanların hatalarından ders alması bazen uzun sürebiliyor…
1974, 2035 ve eser miktar 2185… Üç zamanda birçok insanın kuşağıyla oynayarak, çocuğu baba, babayı dede, torunu anne yaparak karakterler adına dinamik bir tercihte bulunuyorsunuz. Hacim olarak küçük sayılabilecek bir kitapta bakış açılarını alabildiğine çoğaltmaya çalışıyorsunuz. Nispeten kısırlık içinde gördüğüm çocuk edebiyatımızın karakter stoğu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir seferde sekiz on okkalı karakteri hatırlayıp kendimize mal edeceğimiz günler yakın mı?
Çocuk edebiyatında toplumumuzun çeşitliliğini yansıtan, derinleştirilmiş, iz bırakan karakterlerin yeterince yer almaması bence de önemli bir sorun. Belki de çocuk ve gençlik edebiyatımızın henüz “genç” olması bunun nedenlerinden biri. Çocuk edebiyatımızda karakter stoğu konusunda daha fazla çalışmaya ve çeşitliliğe ihtiyaç olduğu görüşündeyim. Ancak, bu konuda yapılan çalışmaların olumlu sonuçlarını görmek mümkün ve umut verici. Yeterli çaba ve ilgi gösterildiği takdirde, günün birinde sekiz on okkalı karakteri hatırlayıp kendimize mal edeceğimize inanıyorum.
Dehlizler, tüneller, labirentler, farklı katmanlar derken, üstünden duyarsızca geçip gittiğimiz şehrin birkaç o kadarının da yer altında olduğunu hatırlatıyorsunuz. Medeniyetin zirvelerini İzmir özelinde ele aldığınızda, sizin İzmir’iniz hangi İzmir olurdu?
Medeniyetin zirveleri, insanların yaratıcılığını ve ilerlemesini gösterir. Bu zirveler, birçok alanda önemli gelişmelerin yaşandığı zamanlardır ve insanlık tarihi için önemli bir yere sahiptir. Antik dönemde İzmir, Hititler, İyonlar, Lidyalılar, Persler, Helenler, Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılara kadar çok değişik halkların uygarlığına tanıklık etmiş. Neredeyse hepsinde de İzmir, sanat, mimari ve ticaret alanlarında önemli zirveler yaşamış. Osmanlı döneminde İzmir, ticaret ve liman kenti olarak önemli bir rol oynamış. Bu dönemde İzmir, sanat, kültür ve mimari alanlarında önemli eserlere ev sahipliği yapmış. Cumhuriyet dönemi ise İzmir için önemli bir dönem. Benim İzmir’im bunların hepsidir. Biri olmadan diğeri olmazdı. Bir yandan tarihi dokusunu koruyan ve diğer yandan modern bir şehir olma yolunda ilerleyen, imbatı, mavisi eksik olmayan bir İzmir benimkisi.
Gazete sayfasıyla açılan kitabınız gene gazete sayfalarıyla kapanıyor. Hırsızlama göz atınca 1970’lerdeki tirajın 500 binlere dayandığını görüp gülümsedim. Haber ve yayın organı olan gazete parlak günlerine dönebilir mi?
Evet o gazeteleri arşivlerden çıkardık, kitabın sonundaki fotoğrafları da özelikle koyduk ama itiraf edeyim tiraj bilgisinin dikkat çekeceği aklımın ucundan geçmezdi doğrusu, dikkatinize hayran kaldım. Gazetelerin geleceği konusundaki görüşüm gazetelerin parlak günlerine dönmesi için birkaç faktörün etkili olabileceği yönünde. Bunlardan ilki, gazetelerin dijital çağa uyum sağlaması. Günümüzde birçok gazete, online olarak da yayın yaparak daha geniş bir kitleye ulaşmaya çalışıyor. Ayrıca, dijital reklamcılık ve abonelik modelleri ile gelirlerini arttırmaya çalışıyorlar. Diğer bir faktör ise gazetelerin içerik kalitesi. Okuyucuların ilgisini çekecek, güvenilir ve nitelikli içerikler sunan gazeteler daha fazla okuyucu kazanabilirler. Ayrıca, gazetelerin sadece haber kaynağı olarak değil, yorum, analiz ve araştırmalara da yer vermesi okuyucuların ilgisini çekebilir. İster online ister matbaa baskısı olsun, gazetelerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi, doğru ve tarafsız haberler yapması da okuyucuların güvenini kazanmalarına yardımcı olabilir. Yine de söylediğiniz o tirajları yakalamak artık mümkün değil!
Kitapta meraklı çocuklar, bilgelik yolcusu ihtiyarlar ve bilgiye adanmış arkeologlar var. Her biri kendi penceresinden saat kulesinin zeminindeki taşı merak edip anlamlandırıyor. Çocuklar başlarını derde sokmamak için, bilim insanları dedikoduların önünü almak, fırsatçılara imkân tanımamak için; Mücellit Hasan Usta ile Mehmet Fikri Bey ise, çiğ zihinleri dumura uğratmaması için bilgiden yana ketum davranıyor. Sonsuzca gevezelik ve açık etme çağında ketumluğu nerede konumlandırıyorsunuz? Susmak ve sır saklamakla aranız hoş mudur?
Sonsuzca gevezelik ve açık etme çağı olarak nitelendirilen günümüzde, ketumluğun bazı durumlarda gerekli ve yararlı olduğunu söyleyebilirim. Romanda da söz konusu ettiğim gibi, bazı bilgilerin paylaşılması bazı durumlarda zararlı sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle, kimi zaman sınırlı bir şekilde bilgi paylaşmak ve ketum olmak gerekebilir. Ancak, ketumluğun aşırıya kaçması ve insanların arasındaki iletişimi engellemesi de söz konusu olabilir. Bu nedenle, ketumluğun da denge içinde kullanılması ve iletişimin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi önemli. Kişisel hayatımda açıklık ve şeffaflık gibi ideallerimin yanı sıra, özel hayatın gizliliği ve kişisel hakların korunması adına, susmak ve sır saklamakla aram hoştur.
Yine de ketumluğun ne zaman ve nasıl kullanılması gerektiği konusunda dikkatli olunması ve dengeli bir yaklaşım benimsenmesinden yanayım.
Sihirli denebilecek bir kitap, kitabınızla aynı adı taşıyor ve insan karakterlerin bile yer yer önüne geçiyor. Okuyanla akla sığmayacak bir ilişkiye giriyor, bilginin birazını veriyor birazını saklıyor. Sembolik dil taşıyan masallarla, mitlerle zamanları aşmayı başarıyor. Kendisini dilediğine sergilerken, kem gözlerden sakınabiliyor.
Sosyal medyada daha çok örneğini gördüğümüz, herkesin her şey hakkında “bilgi” sahibi olduğu vasatta, seçkinciliğe sapmadan “okurluğa” iade-i itibar eylemek, kitapları okur vandalizminden korumak mümkün mü?
Günümüzde bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla birlikte, birçok insan internet ve sosyal medya gibi platformlardan her türlü bilgiye ulaşabiliyor. Ancak, bu durumda okuryazarlığın yeri ve önemi daha da artıyor. Çünkü herhangi bir bilginin doğru olup olmadığını anlamak, bilgi kaynaklarının güvenilirliğini değerlendirmek ve bilgiyi doğru şekilde yorumlamak okuryazarlık becerisi gerektiriyor. Bu noktada, seçkinciliğe sapmadan okuryazarlığa iade-i itibar etmek, kitapları okur vandalizminden korumak mümkün olabilir. Okuryazarlık becerilerinin geliştirilmesi, özellikle genç yaşta okuma alışkanlığı kazandırılması, kitapların değerinin ve öneminin vurgulanması, doğru bilgiye erişim için güvenilir kaynakların kullanılması gibi önlemler alınabilir. Kitapların okur vandalizminden korunması için farkındalık yaratmak, kitaplara saygı duyma kültürünü yaygınlaştırmak ve okuma alışkanlığı kazandırmak gerekiyor.
Kitabı okurken, kendi çocukluğunuz ve yetişkinliğinizi süzüp damıttığınızı ve Fevzi ile Halil Efe gibi çocuklarla Mücellit Hasan Ustayı paslaştırdığınızı, İzmirli arkeolog Tılsım Akasya ile Fransız okul arkadaşı Andre’yi aynı tutku etrafında buluşturduğunuzu dikkate alınca çocuk Mavisel ile yetişkin Mavisel’in ve İzmirli Mavisel Yener ile, dünyalı Mavisel Yener’in arasından su sızmadığını düşündüm. Bu yoğun trafiği nasıl düzene sokuyorsunuz?
Aslında Ankaralıyım ama bakın trafiğe onu karıştırmamışım! Şaka bir yana, bu trafiği düzenlemek için her bireyin kendini tanıyarak, yaşam tarzına uygun bir yol haritası çizmesi gerekiyor. Bu harita, kişinin hayat hedefleri, değerleri, ilgi alanları, kişisel özellikleri ve koşulları gibi faktörlere göre belirleniyor. Birlikte çalıştığımız ve yaşadığımız insanların da benzer tercihleri varsa, o zaman bu trafik eğlenceli bir oyuna dönüşüyor.
Okurların alanına taşıp okuma keyiflerini sabote etmemek adına birçok sırrı ifşa etmemeye çalıştım. Gene de son olarak şunu sormak istiyorum: Dünyanın iyiliğine çalışan gizli örgütler var mı sizce? Siz de üye ya da şeflerden biri misiniz?
Bu sorunun cevabı Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları’nda veriliyor. Merak edenler okusun, ipuçlarının izlerini kovalasın, araştırsın, karıştırsın, pişirsin, içine bir tutam da hayal atsın.
İçten cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Nice mavilikte, gizli geçitlerde, iyilik telaşlarında buluşmak dileğiyle.
Ben teşekkür ederim Adnan Bey. Mavilikle…
KAYNAK: edebiyathaber.net (1 Mayıs 2023)