GÜLTEN DAYIOĞLU İLE KAYIPLARA KARIŞMAK
Gülten Dayıoğlu’nun 50.sanat yılında yayımlanan son romanı Kayıplara Karışmak, on üç yaş üstündeki bütün okurlara sesleniyor…
Türkiye’nin onur konuğu olduğu 21.Budapeşte Kitap Fuarı’na, Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak katıldım. Macar okurların ve yayıncıların Türk çocuk edebiyatına gösterdiği ilgiyi başka yazıya bırakıp uçak yolculuğumda bana eşlik eden bir romandan söz edeceğim. Gülten Dayıoğlu’nun son romanı Kayıplara Karışmak ile gökyüzünün sonsuz maviliğinde buluştum. Sayfalara öylesine gömülmüşüm ki not almak için hazırladığım kâğıdı, kalemi hiç kullanmadığımı fark ettiğimde, roman kahramanlarıyla birlikte çoktan kayıplara karışmıştım…
Nice kuşak Gülten Dayıoğlu kitapları okuyarak büyüdü; farklı yaş gruplarının ortak beğenisine sunulan ilginç bir romanla tanışıyoruz şimdi. Kayıplara Karışmak, katmanlı yapısıyla yalnızca gençlere değil, yetişkinlere de söyleyecek pek çok sözü olan bir yapıt. Dayıoğlu’nun kitaplarıyla yetişen tüm kuşaklara, 50.sanat yılı için verdiği bir armağan bu belki de.
Yazar, yapıtın kurgusuna kendisini ve ailesini de katarak romanın hem anlatıcısı hem de önemli karakterlerinden biri oluyor. Dayıoğlu, Selam ailesinin romanını yazma hayallerine kapıldığı o ilk günleri giriş bölümünde okurla paylaşırken, kitabın kurgusallığına veda edip gerçek bir öykünün anlatıldığı hissine kapılıyorsunuz. Roman ilerledikçe anlıyorsunuz ki yazar edebiyatı yalnızca bir kurgu oyunu olarak değil, değişim ve dönüşümün önemli bir öğesi olarak da görüyor.
Roman kişilerinden biri olan yazar Gülten Hanım, eşyasıyla birlikte bir ev satın alır. Bu gizemli evin sahibesi Güneş Selam bir sabah evinden ayrılmış, bir daha kendisinden haber alınamamıştır. Kanuni zamanaşımı süresinin sonunda, malları mirasçıları arasında pay edilmek üzere satılığa çıkarılmıştır. İşte bu ev de o pay edilen mallardan biridir. Gülten Hanım evi satın aldıktan sonra Transsibirya ekspresiyle uçsuz bucaksız Rus steplerinde, eşiyle birlikte yolculuğa çıkar. Bu seyahat sırasında buzlu kompartıman camlarının ardında gördüğü bir kadın silueti dikkatini çeker. Çünkü bu kadın, o evdeki bir fotoğrafta gördüğü, öldüğüne inanılan Güneş Selam’dır. Seyahat dönüşü bir sabah yeni evlerinin kapısı çalınır. Gelen kişi, Güneş Selam’ın bir akrabası olduğunu ve kendisine ait bir kitabın bu evde olması gerektiğini söyler. Eğer bulursa ve kendisine iletirse minnettar kalacaktır. Yazar Gülten Hanım, tuhaf olaylar döndüğünün farkındadır, Selam ailesinin geçmişini araştırmaya başlar. Bu ailenin romanını yazma isteği ile yanıp tutuşur. Güneş Selam ve ailenin sırlarını iplik iplik çözmek zorlu ama coşkulu bir süreci beraberinde getirir. Ailenin yıllar önce, bir süre Şanlıurfa-Bozova’da yaşamış olması yazarı oraya çeker. Aile ile ilgili sırları öğrendikçe daha da kışkırtıcı bir serüvene dalar.
Arnavutluk’tan İstanbul’a göç eden soylular, varlıklı Kürt beyinin oğlu Celal Ağa, Urfa’daki çiftlikte terör estiren İranlı zorbalar, zengin uranyum yatakları yüzünden kararan nice yaşam, yeryüzüne özel görevle gelmiş grubun üyeleri, seslerini ya da sessizliklerini duyumsatıyorlar sayfalarda. Kanada, Toronto, New York ve nice kentte yaşama savaşı veren, çocukluk aşklarını unutamayan Gür ile Güneş de katılıyor bu senfoniye. Aklın sınırlarını zorlayan nice plan yapan, geçmişi gömmek için kimlik ve görüntü değiştiren kahramanlar geçmişin, bugünün ve geleceğin aslında yanılsama olduğunu fısıldıyorlar.
Geçmiş zaman hikâyelerinin kozasında büyüyen sevda masallarından yalnızca biridir Gür ile Güneş’in (ya da Kerim ile Şems’in) yaşadıkları. Onların roman boyu süren hüznüne dayanamaz yazar, gönlü razı olmaz ayrılıklarına. Romanın katmanlarından biri bu sevda masalını barındırır. Bir başka katmanı, dinler tarihinin orta yerine getirip koyar bizi.
ÜSTÜN IRK ŞİMTİ’LER
Dinler tarihinde konu hakkında farklı rivayetler olsa da İslam tarihine göre, Hz. Âdem’in çocukları Habil ve Kabil’in birer ikiz kız kardeşleri vardır ve insan soyunun devamı için birbirlerinin kardeşiyle evlenmeleri istenmektedir. Kabil’in ikizi, Habil’in ikizinden daha güzel olduğu için Kabil bu değiştirmeyi kabul etmez, kendi kardeşi ile evlenir. Kabil kardeşi Habil’i öldürür, bu nedenle yeryüzündeki ilk zorba olarak bilinir. Onun izinden gidenlerin onun soyundan geldiğine inanılır. Ya Habil’in ikizinin çocuklarına ne olmuştur? Gülten Dayıoğlu, bakın bunu romanında nasıl anlatıyor: “Habil’in ikizi olan kız ise eşsiz kalıyor. Yıllarca sabırla Havva Ana’nın dünyaya getirdiği erkek bebeğin erginleşmesini bekliyor. Zamanı gelince onunla evleniyor. Soyları üremeye başlıyor. Şimti’ler işte bu birliktelik sonunda dünyaya gelen bebeklerin soyundan gelme olduklarına inanıyorlar. O zamanlardan bu zamanlara varlığını sürdüren Şimti klanının insanları, Habil’in ikizi olan kadının kanını taşımaktan onu duyuyorlar.”(s, 95)
Gülten Dayıoğlu, Habil’in soyundan gelen, yeryüzünde özel görevleri olan, üstün ırk üyesi Şimti insanından söz ederek bilim kurgu kapısını aralar okura. Şimti klanı dünyanın dört bir yanında yaşamaktadır, kanlarını yozlaştırmamak adına kendi soylarıyla evlenmeyi sürdürürler. Şimti’ler, yeni bir dünya düzeninin oluşmasına öncülük edecek bir soyun üyeleridir. Habil’in ikizinin kanını taşıyan bebeklerin doğum kayıtları da tutulur. “Bu inancın ana ilkeleri, çiviyazısı ile hiyeroglif karışımı bir yazıyla hazırlanmış olan Şimti kitabında yer alıyor. Günü geldiğinde, insanlık adına, Yaradan tarafından, kendilerine verilen görevler açıklanıyor.”(s, 95) Romanın kurgusuna göre, Dünyanın ve insanoğlunun sonu gelinceye kadar tüm insanlar ve Şimti’ler birbirlerine eşittir. Fakat dünyanın sonu geldiğinde, soyu devam ettirecek olan yalnızca Habil soyundan gelenler olacaktır. Bu nedenle, roman kişilerinin, genleri korumaya yönelik özel bir çabaları vardır.
Güneş Selam’ın soyuna hizmet etme sorumluluğunu sırtında ağır bir yük gibi taşıdığını anlatırken bunu sorgulamaya da açan Dayıoğlu, romandaki tüm karakterlerin gelişim, değişim, dönüşümünü kurguya ustaca yerleştirmiş.
Romanda tartışmaya açılan bir başka konu da dil. “Yüce Yaradan Babil Kulesi’ni yaparak şımarma boyutuna gelmiş olan insanlara çok ilginç bir ceza verdi.” (s, 269). Dayıoğlu, Tevrat’ta geçen Babil kulesi efsanesi aracılığı ile oradaki kavimlere anadillerinin nasıl unutturulduğunu anlatıyor. Dilini tanımayı, sevmeyi, en iyi biçimde kullanmayı vurgulayan yazar, geçmişini gömen Güneş’in yeni kimliği nedeniyle yaşadığı sıkıntıları anlatırken de anadiline gönderme yapıyor: “Dini inancı ve Şimti kimliğiyle anadili Türkçeyi hiçbir gücün varlığından söküp atamayacağını bilmek, az da olsa içini rahatlatıyordu.(s, 312).” Kitabın sonunda yer alan Şimti alfabesi de dillere yapılan göndermelerden biri.
Gülten Dayıoğlu’nun gezgin kimliğinin de bu romana damgasını vurduğunu söylemek olası. Bir yanda gizemi soluk soluğa çözmeye çalışırken öte yanda dünya coğrafyasında gezintiye çıkıyor okur. Üstelik her coğrafya ile ilgili betimlemeler, sosyolojik değerlendirmeler satır arasına serpiştirilmiş.
KİTAPTAKİ YAZARLIK ATÖLYESİ
Bir yazarın, yazma serüveni sırasında yaptığı araştırmaları, tuttuğu notları, gezileri, görüşmeleri de anlatarak, roman üstünde çalışan yazarın ne tür yolculuklar yaptığı konusunda bir yazarlık atölyesi de sunuluyor kitapta.
Bahar Gedik ile yaptığı söyleşide Dayıoğlu diyor ki: “Kayıplara Karışmak adlı romanımı yazarken alışılagelmiş planlama ve araştırma sınırlarını aştım. Kitabın girişinde, bu aşamada yaşadığım serüvenleri göreceksiniz. Bu kitabın kurgusunda da yine kendimi aşıp öylesine değişik bir kurgu yaptım ki, sonradan kitabı okurken, kurguda karşıma aksama çıkacak ve yeniden kurgu yapmak zorunda kalacağım korkusuyla, elim hep yüreğimin üstündeydi. Ama korktuklarım başıma gelmedi. Son okumadan sonra sanki Everest Tepesi’ne tırmanıp doruğa bayrağımızı dikmişçesine sevinçliydim!”
Tarih, felsefe, genetik, coğrafya, sosyoloji, bilimkurgu damarlarının hepsinden beslenen bu romanın senaristlerin de ilgisini çekeceğini, harika bir film olabileceğini düşünüyorum. Kayıplara Karışmak, ortaya attığı sorularla ve bu sorulara yaratı düzeyinde verdiği yanıtlarla da sıradışı bir roman olduğunu ortaya koyuyor. Bir düşle bu düşün gerçek olması arasındaki nano uzaklığa büyüteç tutmak okurun elinde…
50. sanat yılını Kayıplara Karışmak ile taçlandıran Gülten Dayıoğlu, yalnızca nasıl yazılacağını değil bir romanın nasıl okunacağını da gösteriyor…
*Kayıplara Karışmak/ Gülten Dayıoğlu/ Altın Kitaplar/ 2014-Nisan/ 326s./ 13+